7 Eylül 2012 Cuma

Cenin

Bir cenin, o anda onu saran sıvıları tutan plasentadan başka bir dünya hayal edbiliyorsa, daha sonrası için gittikçe batıp çürüyen topraktan dünyanın da ötesine uzanabilir kendi istikbalinde. Rahmin içinde parmakları oluşmadan, bir şeylere tutunabildiğini hissediyorsa, yarı gelişmiş kalbine yaslanması gerekmez yaşam ipine tutunabilmesi için...

Fakat her ne kadar bu tip özelliklere sahip olursa olsun ilk oksijen beynini ve ciğerlerini sarstığında ve ardından gözlerini açtığında, doğum anı ile birlikte tabi, dünyada insanlığın yaşında olan kaosun içinde fırtınaya kapılan bi yaprak gibi kaybolup gideceğinin bilincine varıp (bu da bir his meselesi), hıçkırıklarla ağlayarak, haykırışları dezenfekte edilmiş beyaz badanalı doğumhane duvarlarında yankılanacak...

Ve annesi onun acısını, ona gerdiği ve büyüttüğü şefkatiyle beraber paylaşıp onu dünyanın merkezine doğru çekecek...

Her ceninin veya doğdu doğacak her çıplak et tohumunun yapacağı hatayı, o da yapmış olacak ister istemez, rahmin içindeki inzivadan beraatinin sonunda çıkıştan, beraatten,yani doğumdan başka bir şey görmediğinden, ilk nefes mücadelesinde karşısında ölümün, daha bebek olan bedenıne karşı çocuk sever vari sırıtışlarını görecek. O zaman masumiyet çerçeveli gözlüklerinin karanlık pençeler tarafından kırılmaya başladığını görünce o anki geçireceği şoktan dolayı her şeyi unutacak ama bilinci bu maruz kaldığı edimi her daim korkuyla besleyeceğinden, yaşama içgüdüsü olarak asılacak boynuna ki bu şey ilk hediyesi olacak bu piçin...

Bazı ceninler vardır ki, bu ölüm denen şeyin soğuk elini, ebesinin ellerinden önce hissederler ki onlar daha bi şanslıdır tabii...

Ne diyom ben aq yaaa.

Uyuyor O Şimdi

Şimdi, uyku kaplamıştır senin yüzünü,

Biraz biraz, gördüğün rüyaların yüzüne oturmuş ağırlığıyla ağırlaşmıştır yanakların,

Gözlerin kapalı,

Odanın ışığı kapanalı saatler olmuş,

Ve saatlerdir karanlığın koynunda uyumaktasın,

Uyu sevgilim, uyu sen,

Korkmasın gözlerin gecenin getireceği kabuslardan,

Şefkatle yumul yastığına sen,

Huzurun seni korur,

Ve dileklerimle bağlandığım yanı başın...


Bir gün,

Odanın kapısını açıp da girersem içeri,

Yüzünü avuç içimle örteceğim,

O sıcacık uyku gibi...


Ve geldiğimde,

O kapıyı açıp,

Senin o uyuyan, dolunaydan da soluk yüzüne yaklaşıp

Dudaklarından öpeceğim...

Rüyanda bir melek istersen eğer,

Ellerinden tutmaya bir kere daha gelirim belki,

Eğer istersen...

6 Eylül 2012 Perşembe

Banal Ejekülasyon

Çırılçıplak, sırılsıklam,

Kürek kemiklerinin kıvırdığı derinin altındaki ''nü'' konulu ''yaşam'' dersi,

Ama nerede olduğuna bağlı tabiiki,

Saçlar,

Ten,

Tenin gözenekleri,

Ucundan kaydırarak akan dokunuşlarına müteakiben dikilen tüyler,

Ve bütün bu ayin başlangıcının ardından patlamaya uğrayan bir seks fırtınası...

Ölecek olan sıcacık bir beden,

Masaya yattığında boylu boyunca, irikıyım bir et müsveddesi,

Toprağın çürütüp,

Kendi midesinde kendi cıyanlarına becerteceği bir beden,

Ve arzu, tekrardan,

Kollarının arasında çürüyüp kokmaya başlayan bir ten,

Önce gövdenin altında terli bir şekilde uzanmış gözleri kapalı bir yüz,

O kadar çekici olan ne vardır ki o anda...

Burnunun ucu, gözlerinin hattına set çekmiş kirpikleri ve uzayan bir burun,

Ve üzerinde cilalanmış gibi teni tutan sıcacık ter,

Bu kez mutluluk gırtlaktan dökülmez,

Kasıklarda patlar hevesler,

Yaşamın dibi küflü olan mağarasından çıktığı o anda gözler kapanınca,

Zihinde parlayan ilk güneşin adını bilen yoktur...


Ve ihtiras, ve tutku, ve hissedişler

Ölümün öpücüğünü tattığı anda çürüyen bir elmadan farksızlar,

İnsan unutmak için mi sevişir yoksa,

Sevişmek için mi unutur ölümü...


Yaşayan bir faninin kobay olduğu yatakta sevişme duygusunu tadıp da

Ölümün adımlarını işitmeye korkuyor mu yoksa fani sıçan?..

Bıçağın ucunun tüm bedenını kesmeden çizmeye başlaması, biraz sertçe,

Göğüs uçlarını dikleştiren bir şerbete sahiptir...

Dudak ısırışlarının ardında yatan niyet acı çekmek ile sevişmenin bir bileşeni olan farklı bir canavarla,

Sevişmektir aynı zamanda,

Fani

Fani

Ey sıcacık altımızda yatan fani

Biz ölüme boyun eğenleriz,

Bu boyun eğişin arkasında saklı olan bir tutkumuz,

Ve bir daha gözlerimizin göremeyeceği ışığa olan tutkumuzu sıcaklığımızla anılarımıza gömmüşüz,

Fani

Toprağın altına git,

Ve çürü,

Zevkimiz bedeninin üzerinde bir dövme olsun,

Dillerimizin ucundaki o kekremsi yarı soyut tat,

Efsanemiz olsun,

Senin ölümün, bedeninle olan patlamamızın ardından beklenilen bir doğumun

Spekülatif bir müjdecisi olsun,

Aklımızdan kasıklarımıza inen çağlayanların,

Saydam bir hisle kapatsın bizi zindanlarımıza,

Hapsetsin,

Sana dokunduk,

Ve birlikte sürtündürdük tenlerimizi,

Şimdi çürüdükten sonra sen,

Arda kalan biz,

Ölümün getireceği asıl sarsıntıyı patlatacağız,

Bu kez kasıklar sınır olmayacak,

Duvarların içine geçeceğiz,

Ve düşündüğümüz hiç bir şey,

Çektiğimiz acı kadar zevkli olmayacak...



Diye işleriz parmağımızla gecelerin sonunda,

Farkında olmadan,

Uyuduğumuz yastığımızla,

O

Olsa da olmasa da...

Sanal Ejekülasyon

Başımı kaldıramayacak hadde geldiğimde,

Veya dumanımı dudaklarımdan üflediğimde, gidiş yolunu karanlık emiyorsa çok çabuk,

Gözlerim ister istemez takılıp kalıyor o kayıp noktada...

Oraya bakıp dururken gerçekten hiç hayal kuramıyorum,

Tek bir imge bile yerleşmiyor,

Başımdan yüksek, tavandan alçak bir boşluğa tünemiş gece karanlığı,

Gözlerimin görebildiği kadar mesafede yürüyerek ölümün kollarına sanki,
 
Çıplak ayakların titreyerek ilerlediği bir çatı katı sanki,

Hayali bir emniyet kemerine sarılıysa bir de bedenim

Tek bir uyku, tek bir halsizlikte kopar ve çeker ziftli soluklara beni...

Ama nefes alınır ve verilir,

Öyle değil mi?

Koltukta oturabildiğin kadar yaşayabilirsin...


Bir son ve başlangıç arasındaki en ince çizginin tam ortasında çok geniş bir dünya vardır,

Öyle midir, veya

Tam tersi midir?


En iyisi gözleri kapatıp müziğe akıtmakta ruhun özünü,

Başka dudakların, sahte zevkler savurduğu o hoparlorden çıkan nağmelerde satmaktır kendını

Bi kaç dakikalığına,

Aslında bir şey  istiyorum,

Bilinçsizliğin net bir tanımı var mı?


Parmak uçlarının tanıdığı her obje arzularını ören dikenli bir tabut gibidir,

İsteklerin içinde saklı savunmasız bir çekirdek,


Nefsin şeytanın hayaları altında çürüyen soyut bir et parçası,

Egoizm, insanlığın kendine tapması, kişisel özgürlüğü,

Ve kendi elleriyle skip attığı d.m.k.r.t.k ütopyası altında,

Adilikle etlerini kavuran bir tarlanın çürüyen menekşeleri oldular,

Hiç boşuna hayal kurmaya kalkmasın bit yavruları,

Özgürlük diye bağıran ağızlarınızda düzülmek için yalvaran kelimelerinizin çığlıkları yatmakta,

Bir maymunu benliğine oturtmuş bir yaşam formu nedir,

Pislikler içinde kalbin asaletini unutup, soğuk taştan katedral yaratıkları gibi bir türe dönüşme hevesi,

Başka bir şey değil,

Ama dünya hep dönüyor öyle değil mi,

Dünya dönüyor,

Suda yansıyan simanın titrekliği kadar suskun bir bekleyiş içerisinde,

Ve arzuların kapaklandığı parmak uçlarının boşlukla temas etmesiyle oluşan,

Bir hiçlik öyküsünün baş kahramanı,

Ayaklar toprağı öptükçe,

Bitmez yaşam,

Ya da her neyse...

1 Eylül 2012 Cumartesi

Donuk Zamanın Soyut Bir Betimi

Ayakta kalan beş tane labut,

Bir tahta çakma tabutun önünde dizili,

İçinde tıka basa doldurulmuş tomar tomar kağıtlarla birlikte,

Bir kış beklentisi altında,

Bir bowling topunun duvara çarpan feryadı yankılanıyor uzaklardan...


Sokaklar biraz titremeye başladı,

Mazgallar boş,

Kaldırımlar yalnız,

Ve bahçelerde yaşam belirtisi kalmamış.


Beyinler konuşmayı unutmuş,

Çeneler kenetlenmiş,

Dişlerden eller sıkı sıkı tutunur suskunluğun etten perdeleri arasında,

Günün ele gelir tek tarafı,

Dudakların ucunda patlayan sivilceden başka da bir şey değildi...


Ne biliyim ben,

Böyle geçmiyor zaman işte.