29 Temmuz 2012 Pazar

KATIR

Bu sayfa gibi ıssız, bu sayfa gibi yalnız,

Sadece kelimeler ve ardından hafifçe yükselmeye başlayan sessizlik gelir,

Hiç gitmediği gibi.

Ya da normaldir, sessizliğin hiç gitmemesi,

Öyle bir an gelir ki, birden sessizliği yeniden tanımaya başlarsın,

''Vay be, ne kadar sessizmiş burası'' dersin,

Aslında günlerdir ordasındır,

Her sıkıntı tokadını yediğin anda yeniden tanırsın ortalığı,

İçinde tıkandığın o ıssız kalabalığı...

Bir Muratti ile bir Winstonun arasındaki fiyat farkı kadardır günlerinin ayrıntıları,


Bir deniz taşı  kadar yontulmuş olmasan da


Sana ait olan yaşam kalıbının içinde eriyip durursun kendi fısıltılarının içinde,

Dudakların can çekişen lanet bir midye gibi kıpırdanır tavana karşı,


Damda bir fare, 


Toprakta bir solucan,


Akvaryumda  bir balık,


Kıyıda bir sarhoş,


Yolda bir karavan,

Uzayda bir güneş,

Ya da bir ay,

Kayan bir yıldız,

Plakta bir parça,


Kumsalda bir dalga,


Kitaplarda bir sayfa,


Televizyonda bir kanal,


Pakette bir dal sigara,

Samanlıkta bir iğne,


Ve uykuların arasında bir rüya aramadıkça..




Öyle bir an gelir ki,


Hiçbir şey olmadan,


Belki tam da kahkahalarının arasında,


Tam içinden, ortandan bir el yakalar.


Sıkar, sıkar, suyunu çıkarana kadar ezer oradan,


Koşup gitmek istersin,


Ama koşamazsın, o 'şey' sen hızlandıkça daha da ezer seni,

Beceremezsin bunu,

Engellerin, kaderine koyulan kesin sınırlarındır,

Ve koşmak istediğin yolda ayağına takılıp seni düşürmek için uzanan,

Gergin iplerdir...


Çaresizliğin, karanlıkta peşi sıra uzamış duvarlarındır,


Orada, işte o peşi sıra uzanan taştan labirentin içindeki boşlukta.
 
Yürümek istersin, daha doğrusu bunu denemeye zorlanırsın


Nefesin vazgeçer tempondan, uslanmaya başlar ciğerlerinde,


Tavrının yumuşadığını sanan o 'şey' yumruğunu hafifletir,

- O 'şey' in ne olduğu senin için daimi bir muammadır - ,


Yürümeye biraz daha cesaret edebilirsin,

- Nefesinin rutini, sana derman verebilmiştir bir nebze - ,


Ve bu sefer de dinginliğini fırsat bilip,

Kırgın kuşkuların üşüşür aklından içeri,


Suskun, durulmuş bedenini, ilkin o koşmaya heveslendiğin upuzun koridorda,


İplerine basmamaya çalışarak geçirmeye çalışırken,

Zaman geçer, katmerlenerek,

Önüne eğdiğin boynunla puslu bir maceraya dalarsın tik - taklar arasında,


Başını bir süre sonra şans eseri kaldırdığında, 


Bambaşka kapıların önünde bulursun kendini,


Yüzüne kapanmış,


Kilitli,


Ve cebindeki soru işaretlerinin çengelleri bacaklarına batmaya başlar adımların çoğaldıkça,


Acı anlıkken bile bir acıdır ya hani,

Bir iğne batması kadar olsa bile,


Dayanılmaz gelir o his,


Ve o cevabı belki altınlar değerinde olan soru işaretlerinin çengellerini,


İstemsizce, yarı bir gönülle,



Atmaya başlarsın ceplerinden...

Soru sormaktan vazgeçip,


İçinde dirilmeye başlayan burukluk, bu eylemle doğru orantıdadır,


Atarsın,


'çling'


Burukluk: %1,

Atarsın,

'klinngg'

Burukluk: %2,

Atarsın,

'çangırr'

Burukluk: %3

%4, %5,%6,%7.... kliiinkk, çangır, çungur, kahrolası yere kadar gider bu...

Attığın o çengellerin yere düşüp çınlaması, o seni sıkan duvarlarının arasında parçalanır,

Artar yankılar, çoğalır sesler,


Kafanın içinde, damla damla patlayan soruların düşüş feryatları

Ve ıslak ceninlerin arasında boğulan gümbürtülü bu kaos,


Seni birden tekrar başka bir yere ve başka bir kapıya götürür,


Fakat gördüğün gözler hep olduğu gibi yerindedir: tanıyıp unutabileceğin bir dünyanın aynaları.

Ve bu değişik mekanlardaki kapılardan birinin eşiğine geldiğinde,


Bir kere daha uyanırsın,

Gözlerin açıkken...

 Elinde olmadan etrafında akıp gidişini izlediğin bu çağıltıya bir merhaba derken,

Süründüğün bir reenkarnasyonun içinde bilmem kaçıncı basamağın gibidir.

Değirmenin taşlara vurduğu bilmem kaçıncı darbe gibi,

Kelebeklerin bilmem kaçıncı ölümünü seyreden günler gibi,

İntihar puzzle'ını ortaya çıkaracak olan bilmem kaçıncı düşünce gibi..

Bu çalkantı, içini de dışını da öyle bir sarsar ki

Eşekler tarafından düzülmüş bi attan doğan bebek gibi hissedersin kendini,

Katır gibi, dünyanın skip attığı bir yaşam formu,

Sen, unutulmayı hissedersin ya hani,

Ama unutulduğunu hissettiremezsin..

Ve o yolda,

Yolda yine yürürsün,

Yürürsün,

Bakmadan ardına,

Bak(a)madan ardına,

Bıkmadan,

Bık(a)madan...


''Vay be, ne kadar da sessizmiş burası...''





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder